Yaşam

Heykeltraş Cem Sağbil: Endüstriyel tekniklere karşı bizde kalan ‘duygu’

İZMİR –Mitolojik hikayeleri özgün bir üslupla heykellerine taşıyan heykeltıraş Cem Sağbil, 1999 yılında İzmir’de bronz döküm atölyesi olan Bronzhane’yi kurmuştur. 2006 ve 2007 yıllarında Türkiye’de yılın sanatçısı ödülünü alan Sağbil, yurt dışında Karsluhe’de bireysel stantlar açmış, Stuttgart, Berlin, Reutlingen, Paris, Boston ve Lefkoşa, Türkiye’de İstanbul, Ankara, İzmir, Çanakkale ve Muğla.

Son yıllarda soyut eserlerden ziyade dışavurumcu figüratif çalışmalara ağırlık veren Sağbil, çalışmalarını meseller üzerine kurduğunu belirterek, “Heykelimde anlattığım hikâyenin içine ya da içine seyirci kendi hikâyesini yerleştiriyor. Bu nedenle, bir şey hakkında ne kadar az malzeme anlatırsam, seyirciye o kadar çok alan açabilirim.”

Cem Sağbil

‘Mimarlık her zaman benim alanımda olmuştur’

Mimarlık eğitiminden sonra neden heykel ağırlıklı oldu?

İstanbul Hoş Sanatlar Akademi’de iç mimarlık ve endüstriyel tasarım okudum. Akademiden mezun olmadan önce Alman Stuttgart Güzel Sanatlar Akademisi’nde 7 yıl heykel ve seramik eğitimi aldım. Sonrasında yine Stuttgart Güzel Sanatlar Akademisi’nde 4 yıl bronz eğitimi aldım. İstanbul’da okurken içinde bulunduğum ortam çok zor ve yorucuydu. O zamanlar iç mimarlık, tasarım gibi kavramlar bana çok yabancıydı. Heykel okumak, çamurla, alçıyla, metalle uğraşmak bana daha çekici geldi sanırım.

Ama mimarlık doğal olarak her zaman ilgi alanım olmuştur. Hatta Kuzey Kıbrıs’ta hayata geçirdiğim bir kerpiç konut projem var. Hasan Fatty adlı Mısırlı bir mimarın çok eski tekniklerle yaptığı kubbeli ve tonozlu tekniklerle bir ev yaptım. Ama ne yazık ki artık bu rezidans yok, yerine yüzlerce yataklı büyük bir otel yapıldı.

Çalışmalarınız sıra dışı, son derece orijinal ve çağdaş sanata yeni bir vizyon getiriyor. Bunu neye borçlusun?

Ürettiğim işleri çağdaş sanatta pek göremiyorum. İşimi bir dil, bir ifade biçimi olarak görüyorum. Aslında öyle bir beklenti ve arayış içinde değilim. Umarım bazı sanat düşünürleri bu konuda zamanında karar verirler. Sonuç olarak beni etkileyen konuları zamansız bir fenomen içinde felsefi bir şekilde ele almak benim için çok tatmin edici. Kendi barım beni her zaman çok meşgul etmiştir.

Sisifos

‘BRONZDA YAPTIĞIM BİR ESERİ GÖRMEK ÇOK HEYECAN VERİCİ’

Heykellerinizi en sert malzeme olan bronzdan yapıyorsunuz ama aynı zamanda yumuşak ve naif sözler seçmeniz de dikkat çekiyor. İkisini bir araya getirmek zor değil mi neden bronz?

Evet, bronz sert bir metaldir ve doğada en az aşınan metaller grubunda yer alır. Tunç, heykel sanatında da yaygın olarak kullanılan bir araçtır. Kalıcılığının yanı sıra dokuları çok iyi yansıtması ve yumuşaklık hissi vermesi de bu metali tercih etmemde rol oynadığını düşünüyorum. Çamur veya başka bir malzemeden yaptığım bir eseri bronz olarak görmek bende ayrı bir heyecan uyandırıyor. İlk önce kendi yaptığım bronz heykelleri başucuma koyduğumu, hatta gece kalkıp onlara defalarca baktığımı hatırlıyorum. Benim için çok farklı bir duyguydu.

1999 yılında İzmir’de kurduğum Bronzhane adlı döküm atölyesinde tüm heykellerimi dökme fırsatı bulduk. Bir sanatçı olarak böyle bir atölyeye sahip olmak en büyük nimetlerimden biri.

‘Karşılaşma’ adlı çalışmanızda birlik-ayrılık, birlik-farklılık ikiliğini kullandınız. Neden aksilikler hakkında konuşmayı seçtiniz? Ters kavramı sizin için ne kadar değerli?

Evet, karşıtlıklar sıklıkla uğraştığım bir şeydir. Bir şeyin, bir kavramın var olabilmesi için onun karşıtına ihtiyacımız var. Beynimiz böyle çalışır, dengelemeye veya kıyaslamaya çalışırız. Bence bu çok varoluşsal bir duygu ve kavramlar dizisi. 2000’li yılların başında bu bahise yoğun bir şekilde dahil oldum. Yaklaşık 30 yıldır Almanya’da eğitim ve workshoplarla dolu bir serüvenim var. Bu arada Türkiye’ye çok sık gittim. Bu nedenle hep Akdeniz ve Avrupa kavramlarının ortasında seyahat ettim.

Nietzsche, mitolojide iki tanrıyı, Apollon ve Dionysos’u karşılaştırır. Apollon güneş tarafından temsil edilir; disiplin, süreklilik, mantık Apollon’a atfedilir. Dionysos ise ay ile temsil ediliyor ve bana göre bu bir kadınlık sembolü. Duygular, inançlar, aşklar, efsaneler bu yaratıcıya atfedilir. Batı, Apollon ile; Doğu, Dionysos tarafından temsil edilmektedir.

Bu konuda güneşi tutan Hemera ve ayı tutan adam heykelleri yaptım. Bu heykellerin bir baskısı 2013 yılında Paris Belediyesi tarafından satın alındı ​​ve le Square Alban-Satragne’de sergileniyor. Sonuçta düalizm kavramı bence birçok şeyi belirliyor. Bunun bir şekli ying yang…

Toprak ve İnsan

Çalışmalarınız da mizahi yaklaşımlar içeriyor. Sanatınızda komik olana ulaşmak sizin için ne ifade ediyor?

Çalışmalarımdaki mizahi yaklaşımlar pek bilinçli değil, çoğuyla ben de eğlendiğimi düşünüyorum. Temelde bazı eksik uzuvlar, kolay hızlı ifadeler veya vücut dili ile anlatmaya çalıştığım şey, o esprili duruşun ardındaki duygudur.

“AZINLIKLAR, GELENEK VE GÖREVLERİNE DAHA BAĞLI”

‘Azınlık zihniyeti’ sizinle ilgili. Göç ve mülteci düşmanlığının gündemde olduğu bir dönemde sanat adına neler söylersiniz?

Azınlıklar varlık anlayışlarında kendi örf ve adetlerine daha sıkı bağlıdırlar. Daha muhafazakar bir tavır takınırlar, kendilerine yer açmaya çalışmalarının sebebi çevrelerinde onlardan ve onların alışkanlıklarından başka bir şeyin olmamasıdır. Bu nedenle kendilerini yaratmak için çok uğraşırlar. Azınlıklar toplumları değiştirir. Bu duygular sanatı her iki yönden de etkiler ve değiştirir. Popülist ve propagandacı etkilerin daha çok sanatta görüldüğünü düşünüyorum.

‘HEYKELLERİMİ HİKAYELER ÜZERİNDEN YAPIYORUM’

Pek çok heykelinizde dışavurumcu yön ağır basıyor ve seyirciye kendisini birçok yönden anlatıyor. Seyirci ile eser arasında adeta bir bağ kuruluyor.

Evet, hikayeler anlatıyorum. Çalışmalarımda mitolojiyi yoğun bir şekilde kullandım. Batı dünyasında mitoloji, daha doğrusu İon mitolojisi, Doğu dünyasında olduğundan çok daha aktiftir. Batı’nın sosyolojik, ruhani ve felsefi temelleri adeta İon mitolojisi üzerine kuruludur. Bunun bana sağladığı avantaj, bana bu ana kavramlar üzerinde mümkün olduğunca zamansız bir şekilde konuşma ve çalışma fırsatı verdi. Heykellerimi bu hikayeler üzerine inşa ediyorum. Ama son zamanlarda şunu fark ettim. Yaptığım heykelde anlattığım hikayenin içine ya da üzerine seyirci kendi hikayesini yerleştiriyor. Dolayısıyla ne kadar az malzeme anlatırsam seyirciye o kadar çok alan açabilirim. Beni hoş bir şekilde meşgul eden şey bu.

Doğa Hanım

İnsan keşif yolculuğunuzda gelecekte başka hangi tıbbi konuları dikkate almayı planlıyorsunuz?

Başından beri mitoloji ile seyahat ettim. Bu benim için çok ağır ve çok heyecan verici bir macera. Bir kapı açarsın, sonra on kapı açılır, bir kapı daha açarsın, on kapı daha açılır. Bir gün “Yeter artık çıkamam bu labirentten, başka işlerle ilgileneyim, çiçek böcek yapmak istiyorum” dedim. Çiçekler, böcekler ve insanlar gibi şeyleri çok kolay bir şekilde halletmeye çalışırken, Tabiat Ana serisi çıktı. Tabiat Ana adeta yeniden mitolojik bir kavrama dönüşmüştür.

Bu ortamda teknik günümüzde çok hızlı ilerlemekte, heykelde üretim teknikleri değişmekte, endüstriyel teknikler uygulanmaya başlamaktadır. Geriye kalan, en azından şimdilik, duygudur. Bu konsept aslında benim aracım ve kesinlikle beni bir yerlere götürecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

-
Başa dön tuşu
escort
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort
adalar escort
arnavutköy escort
ataşehir escort
avcılar escort
bağcılar escort
bahçelievler escort
bakırköy escort
başakşehir escort
bayrampaşa escort
beşiktaş escort
beykoz escort
beylikdüzü escort
beyoğlu escort
büyükçekmece escort
çatalca escort
çekmeköy escort
esenler escort
esenyurt escort
eyüp escort
fatih escort
gaziosmanpaşa escort
güngören escort
kadıköy escort
kağıthane escort
kartal escort
küçükçekmece escort
maltepe escort
pendik escort
sancaktepe escort
sarıyer escort
şile escort
silivri escort
şişli escort
sultanbeyli escort
sultangazi escort
tuzla escort
ümraniye escort
üsküdar escort
zeytinburnu escort
istanbul escort